BESTEKARLARIMIZ

Yusuf NALKESEN

Yedi kardeşin en küçüğü olarak Üsküp'ün İştip kasabasında dünyaya gelen Nalkesen'in ailesi, gördükleri etnik baskılar sebebiyle kısa bir süre sonra yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'ne göç etme ihtiyacı hissetmişlerdir. Bu sebeple ailesiyle İzmir'e göçen Nalkesen, ilkokul ve üstün bir başarı gösterdiği ortaokulun ardından sınavsız olarak Necati Bey Erkek Muallim Mektebi'ne alınır. Bu yıllarda TRT radyosunun yayınlarını ve sanatçıların uğradığı kahvehanelerde yaptıkları fasılları kaçırmayan Nalkesen, Ağrı'nın Tutak ilçesine öğretmen olarak atanır. O yıllarda (1947-1948) eline geçen eski bir udla çalışmaya başlayan sanatçı, kendi kendine ud çalmayı öğrenir ve 8 saate varan çalışmaları sonucunda en zor saz eserlerini bile icra eder hale gelir.

1952 yılında açılan İzmir Radyosu Saz Sanatçılığı sınavıyla TRT kadrosuna giren Nalkesen; sabahları okula, ardında da programa giderek sanat tutkusunun peşinden koşar. 1970'li yıllara kadar bu tempoda devam eden sanatçı, artık bestelere ağırlık vermeye karar verir.

Yıllar önce, 5 Eylül 1951 tarihinde yaptığı "Veda Busesi" bestesi büyük bir patlama yapar ve milyonların diline düşer. “İçimdesin”, “Söylemez mi Bestem?”, “Seninle Bir Sonbahar”, “Kimi Dertten İçermiş”, “Yalan Değil”, “Avuçlarımda Hala Sıcaklığın Var”, “Kapın Her Çaldıkça”, “Gitmek mi Zor?”, “Madem Küstün Dargındın”, “Dargın Ayrılmayalım” ve “O Ağacın Altı” gibi sayısız unutulmaz şarkı besteler.
Türk sanat dünyasının en önemli isimlerinden biri olan Nalkesen, 2003 yılının ilk saatlerinde, 6 aydır böbrek tedavisi için hastaneye gitmeye hazırlanırken kalp kriziyle hayata veda etti.
1998 yılında Kültür Bakanlığı'nca verilen Devlet Sanatçısı unvanını almıştır.

Yesari Asım ARSOY

Yesâri Âsım Arsoy, 1900 yılında Drama’da dünyaya gelmiş ve 19 Ocak 1992 tarihinde vefat etmiştir.

Asıl adı Mustafa Asım’dır. Kendisinin verdiği bilgilere göre ataları Avrupa’ya yapılan akınlar sırasında Konya’dan göç ederek Drama’ya yerleşmişler. Babasının dedesi şeyh Ömer Efendi, Prizren’de bir tekke yaptırmış, sol eli ile yazı yazan tanınmış bir hattatmış. Arsoy ve ablası da sol ellerini kullandıkları için “Yesâri” sıfatını almışlar.

Aile isimleri “Hacıyaşarlar” dır. Bergofça’lı Ömer Lütfi Efendi ile Zübeyde Hanımın oğludur. İlkokul idadi öğrenimini tamamladıktan sonra ailesiyle önce İstanbul’a, sonra 1917’de Adapazarı’na yerleştiler. Çalışma hayatına 1920 yılında Antalya’da bulunan “Loid Triestino” vapurları acenteliğinde kâtip olarak başladı. Sekiz ay kadar burada çalıştı. Aynı yılın sonunda ailesi Adapazarı’ndan geri İstanbul’a dönmüştü. Antalya’dan ayrılarak İstanbul’a geldikten bir süre sonra yeni bir iş dolayısıyla İzmit’e gitti. Fehmi Tokay’ın aracılığı ile önce İzmit mâliye dairesine, sonra “Tabacos Tütün Gümrüğü”ne girdi. Burada bir buçuk yıl çalıştı. Ardından Galata gümrüğündeki komisyoncularının birinin yanına kâtip oldu. Bunlardan başka muhasebecilik, avukat kâtipliği gibi işler yaptı. Hiçbirinde sürekli olarak çalışmadı. En sonunda bu gibi işleri bırakarak kendisini tamamıyle mûsikî çalışmalarına verdi. 1954 yılında kısa bir süre için İstanbul Radyosu’nda da çalışmıştır.

Sesi güzel olduğu için çocukluk yıllarında mahallesinin câmiinde ezan okurdu. Çok dindar olan babasının “Hâfız” olması için yaptığı baskılara rağmen hâfız olmadı. Dayısı Hâfız Mehmed Efendi’den aldığı dersleri de yarı bıraktı. Mûsikî çalışmalarına Adapazarı’nda başladı. Önceleri bağlama çalarken, sonra bunu bırakıp Ud çalmayı denedi. Ciddî mûsikî çalışmalarına ilk hocası “Rehber-i Terakki” okulu öğretmenlerinden Recai Bey ile bando öğretmeni Hikmet Bey'dir. İstanbul'a taşındıklarında Fatih'de oturdular. Komşusu olan Udî Refet, Kemanî Namık, Kanunî Süreyya ve İzzettin Hümâi’den eski eserleri öğrendi.

Saadettin PINAR

Selahattin Pınar, 22 Ocak 1902 tarihinde doğdu. Babası Sadık Bey aslen Denizli ilinin Çal kasabasındandır. Eski hukukçulardan olan Sadık Bey kadılık yapmış, Denizli milletvekili olmuş, İstanbul "Yüksek Ticaret ve İktisat Mektebi"nde "Medeni Hukuk müderrisliği" yapmıştı. Annesi İsmet Hanım Ud çalar, babası da musikiyi severdi. Türk Musikisi’ni daha çocukluğunda, aile çevresinde tanımıştı.

Selahattin Pınar ilköğrenimini Çal'da tamamladı. Buradan sonra sırasıyla önce Saros adasına, sonra Edirne'ye tayin oldular. Ortaokulu burada okuduktan sonra 1918 yılında İstanbul'a geldiler. İtalyan Ticaret Okulu'nda okudu ise de yarıda bıraktı. Babası Sadık Bey, onun hukukçu olmasını istiyordu. Bir gün Denizli'den gelen eşraf için kurulmuş bir sofrada Sadık Bey'e oğlunu sordular. Selahattin Pınar da sofradaydı. Sadık Bey, o yokmuş gibi "Selahattin çalgıcı oldu" dedi. Selahattin Pınar ayağa fırladı ve "Babacığım, rica ederim, ben çalgıcı değil, sanatkârım" diye itiraz etti. Sadık Bey, pek sevimsiz bir kelime ile yanıtladı bu çıkışı. Bunun üzerine Selahattin Pınar, ceketini alıp sofrayı terk etti. Kapıdan çıkarken döndü ve şöyle dedi; "Babacığım, bir gün gelecek, benim adımla anılacaksınız." Sadık Bey, yanı başında bulunan gaz lambasını oğluna doğru fırlattı. Çıkan yangını güç bela söndürüldüler. Selahattin Pınar o günden sonra bir daha baba evine dönmedi. 

1919 yılında Tambur çalmayı öğrendi. 1920 yılında bestekârlığa başladı. İlk eseri sözleri adliyeci Senihî’nin olan Kürdîlihicazkâr makamında, aksak usulünde bestelediği "Mülkün ne yaman şule-i ikbâli karardı" güfteli şarkısıdır. Eserlerinin çoğunu İskender Kutmanî yayınlamıştır. Bestelerinde Hacı Arif Bey ekolünü benimsediği görülür. Belki de bu yüzden Hacı Arif Bey'in mucidi olduğu Kürdîlihicazkâr makamını çok sevdiği söylenmektedir. Eserlerine söz seçmekte çok titiz bir sanatkârdı. Şarkılarının çoğunun sözlerini Mustafa Nafiz Irmak yazmıştır. 20. yüzyıl içinde yetişmiş bestekârlar arasında özel bir yeri olan Pınar, şarkı formunun geleneklerine bağlı olmakla beraber kendine özgü yeni bir yol izlemiş, yeni bir duyuş ve anlayışın etkisi altında güzel eserler bestelemiştir. Eserlerinde makamlarımızın seyir ve hareketi, usta bir modülasyon tekniği, ritim ve melodi uygunluğu dikkat çekicidir. Bu eserlerin çoğu o zamanın ve zamanımızın ses sanatkârları tarafından plâklara okunmuştur. Sanat hayatının büyük bir bölümünü İstanbul sahnelerinde geçiren sanatkâr geçimini bu yoldan temin etmiştir.

Hakkında
Selahattin Pınar, (d. 22 Ocak 1902, Denizli - ö. 6 Şubat 1960, İstanbul), Klasik Türk Müziği bestecisi, udi ve tamburidir.

Biyografi
Selahattin Pınar, (d. 22 Ocak 1902, Denizli - ö. 6 Şubat 1960, İstanbul), Klasik Türk Müziği bestecisi, udi ve tamburidir. Eserleri genelde melankolik bir havaya sahiptir.

Aslen Denizlili olup, babası Denizli Milletvekili Sadık Bey'in görevi nedeniyle henüz 3 yaşındayken İstanbul'un Altunizade semtine taşınmışlardır. Babasının karşı çıkmasına rağmen 12 yaşında ud çalarak musikiye başladı. Dönemin önemli bestekârlarından ders alan Selahattin Pınar ileriki yıllarda tanbur sazına geçti. "Üsküdar Musıkî Cemiyeti" adını alacak olan "Darü'l-Feyz-i Mûsıkî"nin kurucuları arasında bulundu. Burada Telgrafçı Ata Bey, Udî Sami Bey, Tanburî Cemil Bey'in öğrencilerinden Kadıköylü Fuad Bey gibi kimselerle ciddi çalışmalar yapılırdı. Üsküdar Mûsıkî Cemiyeti olduktan sonra bu çalışmalara Necati Tokyay, Emin Ongan, Şükrü Tunar, Hâfız Burhan ve daha nice isim yapmış ve yapacak olan sanatkârlar katılmıştı. Bestenigâr Ziya Bey, Mızıkalı Celâl Bey, Udî Sami Bey, Hanende Hüsameddin Bey, Kâzım Uz ve Ali Rifat Çağatay hoca olarak görev yapıyordu. Selâhaddin Pınar bütün bu hocaların çeşitli yönlerinden yararlandı. 1919 yılında Tanbur çalmaya yöneldi. Udî Selâhaddin Bey'likten ayrılmış, tanburî Selâhaddin Pınar olmuştu. Aynı zamanda kendine özgü bir uslûp ve boğuk sesi ile okurdu. Bestekârlığa on sekiz yaşlarında başladı. İlk eseri sözleri Adliyeci Senihî'nin olan Kürdilihicazkâr makamından ve aksak usülünde bestelediği "Mülkün ne yaman şule-i ikbâli karardı" güfteli şarkısıdır. En çok bu makamı sevdiğini her fırsatta dile getirdiğini yakınları bilirlerdi. Yıllar ilerledikçe mûsıkî repertuvarımıza birbirinden güzel şarkılar hediye etti. Çok temiz giyinen, zarif, efendi, güzel ve esprili konuşan Selâhaddin Pınar gerek mûsıkî çevreleri nde, gerekse dostları arasında sevilen, sayılan bir kimseydi. Daha sonra ilk Türk ve Müslüman kadın tiyatrocu Afife Jale ile evlendi. Bu evliliğin Selahattin Pınar`ın sanat hayatına etkisini büyük oldu. Bu dönemde ve boşandıktan sonra bestelediği parçalar genelde karşılıksız ve ümitsiz aşkları, ayrılık acılarını içerdi.

Afife Jale`den sonra ölene dek Seyyare Affet Pınar ile evliydi. Alkol bağımlısı olduğu sanılan, asabi fakat içe dönük bir karaktere sahip Selahattin Pınar 6 Şubat 1960'da Todori'nin lokantasında, yanında söz yazarı Selim Aru olduğu halde, yemek yemek üzereyken yine bir kalp krizi sonucu öldü.

Sabiha Gökçen`in anlattığına göre bestelediği Gel Gitme Kadın şarkısı Atatürk`ün en sevdiği şarkılar arasında yer alır.

İstanbul'un Kalamış ve Salacak semtlerinde adını taşıyan iki sokak bulunmaktadır.

Atatürk`ün karşısında da tambur çalan Selahattin Pınar`ın bestelediği eserleri Zeki Müren, Sabite Tur Gülerman gibi birçok önemli sanatçı okudu. 100`e yakın bestesi olduğu sanılmaktadır. Bunlardan, "Nereden sevdim o zalim kadını" ve "Anladım sevmeyeceksin beni sen nazlı çiçek" isimli şarkılarını Afife Jale için bestelediği söylenir. En çok bilinen bestelerine aşağıdaki eserler örnek sayılabilir:

Anladım sevmeyeceksin beni sen nazlı çiçek (Hicaz) - Söz : Mustafa Nâfiz Irmak
Bakışı çağırır beni uzaktan (Muhayyer kürdi) Söz : - Fuat Edip Baksı
Beni de alın ne olur koynunuza hatıralar (Hisar buselik) - Söz : Baki Süha Edipoğlu
Bir bahar akşamı rastladım size (Hicaz) - Söz : Fuat Edip Baksı
Gel gitme kadın ruhumu hicranına yakma (Kürdili hicazkâr) - Söz : Celadet Barbarosoğlu
Hala yaşıyor kalbimin en gizli yerinde (Nihavend) - Söz : Zekai Cankardeş
Kalbim yine üzgün seni andım da derinden (Bayâtî) - Söz : Yahya Kemâl Beyatlı
Mülkün ne yaman şule-i ikbâli karardı (Kürdîli hicâzkâr) - Söz : Adliyeci Senihî
Nereden sevdim o zalim kadını (Kürdîli hicâzkâr) - Söz : Yusuf Ziya Ortaç

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder